Pandemilerin Karanlık Tünelinden Çıkış - Aşı             

Ya Aşı Ya Gözyaşı.
Pandemiler, tüm canlıların görünmez bağlarla birbirlerine nasıl bağlı olduğunu ve yaşamdaşlığın (1) ne kadar önemli bir kavram olduğunu gösteren önemli olaylardandır. Hem insanların hem de tüm diğer canlıların aslında birbiri ile nasıl etkileşimde olduğunu yaşayarak çok daha iyi anlıyoruz

Dr. Sevgi Salman Ünver

15  Şubat 2021   

 Tarihin her döneminde farklı farklı mikroorganizmalar salgınlar yapmıştır ve salgınların hemen her seferinde, çok çeşitli ve önemli toplumsal etkileri olmuştur.
Salgınların başlangıcı hastalık yapacak mikroorganizmanın fırsat bulup çoğalması ve yayılması iken, bitişi (ya da kontrol altına alınması) şu üç şekilde olmuştur:


1-    Mikroorganizmanın (virus, bakteri, fungus (mantar), protozoa) mutasyon geçirerek zayıflaması ve ortadan kalması
2-    Toplumun en az %70’den çoğunun hastalık geçirip, doğal bağışıklık kazanması (sürü bağışıklığı)
3-    Etkin bir aşı ile toplumun aşılama yolu ile bağışıklık kazanması

  (Covid 19 için toplumun %65-70’i aşılandığında ancak toplumsal bağışıklığın oluşacağı bildirilmiştir. (WHO)
Mikroorganizmaların mutasyon geçirip ortadan kalkması çok sık olmaz, daha çok bir süre ortada görünmeyen mikroorganizma tekrar salgın fırsatı bulduğunda ortaya çıkmayı bekler (2). Öte yandan sürü bağılıklığı ise çok sayıda insanın ölümünü göze alıp, salgını sürecine bırakmak demektir. Bu durum salgın ile mücadelede önlemlerin veya tedavilerin mümkün olmadığı eski zamanlarda çok büyük acılarla tecrübe edilmişti. Tarihte Avrupa kıtasının neredeyse üçte birinin ölümüne neden olan veba salgını gibi salgınlar, bu bedelin ne denli büyük olduğunu göstermektedir. Antik çağlardan itibaren salgınlar için insanları koruyacak yöntemler geliştirilmeye çalışılmıştır.

  Temelde hastalık yapan etmen ile sağlıklı kişileri kontrollü bir şekilde, düşük miktarlarda karşılaştırarak ve kişilerde hastalığa karşı direnç oluşturmayı hedefleymekteydi. İlk modern aşı ise 1896 yılında Dr. Edward Jenner’in geliştirdiği çiçek aşısıdır. Bu tarihten sonra Louis Pasteur’ün geliştirdiği kuduz ve şarbon aşıları ile başlayan süreçte geliştirilen aşılar birçok bulaşıcı hastalığı kontrol almayı sağlamıştır. Koruyucu sağlığın en önemli aracı olan aşılardan aşağıdaki tabloda bulunanlar dünyada ve ülkemizde aşı programında yer almaktadır. Bir zamanlar ölümcül olan bu hastalıklar artık aşı ile kontrol edilebilir durumdadır.

Pandemiler ve Aşılar:

  Pandemilere dair ilk bilgiler milattan önce 3000 yıllarına dayanıyor. Antik kalıntıların içinde toplu halde yakılmış insanların bulunduğu evler vardır. Bu toplu halde yakılarak öldürülmelerinin bir çeşit salgın ile mücadele olarak yapıldığı anlaşılmaktadır (3). Geçmiş dönemdeki salgınlar genel olarak veba olarak adlandırılmaktaydı. Ancak bu salgınlar çiçek, kızamık, cüzzam, humma, sıtma, grip ve tabii ki veba bir çok farklı etmenden kaynaklanıyordu. Hemen tüm salgınlar, insanların farklı canlıların yaşam alanlarına kontrolsüz ve dengeyi bozacak şekilde girmeleri ile başlar. Mikroorganizma, bir konak canlı aracılığıyla insanları hasta edebilir, insandan insana bulaşabilir ve insanı öldürebilir hale gelebilir.
Tarihteki pandemileri incelemek ve aşının bu salgınları kontrol etmekteki yerini değerlendirmek, bugün yaşadığımız Covid 19 pandemisini ve aşı süreçlerini daha anlaşılır olmasını sağlayacaktır.


Tarihteki Önemli Pandemiler:


  1-    Veba Salgınları:


  Veba salgınları 541 yılından itibaren dönem dönem ortaya çıkmıştır. Justinian Vebası, Kara Veba (kara ölüm), Büyük İngiliz vebası, İtalyan Vebası, 3. Veba dalgası olarak dünyayı kasıp kavurmuş 200 milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuştur. Vebaya neden olan Yersinia Pestis bakterisi lağım farelerini konak olarak kullanır ve pireler aracılıyla da insanlara bulaşır. İnsanda hastalık yaptıktan sonra çok hızla çoğalır ve hasta kişi ile temas edenlere de bulaşır hale gelir. Ana kaynak olan fareler ve taşıyıcı pireler yaşamaya devam ettiği sürece bu katil bakteri yeni kurbanlar bulmaya devam eder. Zaman zaman veba salgınları kontrol altına alınmış gibi olsa da bakteri uygun koşulları bulduğunda tekrar ölümcül salgınları başlatabilmiştir. Veba ile mücadelede iki yöntem etkili olmuştur: İnsan dışkılarında yaşayan lağım farelerini daha iyi kanalizasyon sistemleri ile kontrol altına almak ve 1890’larda Pasteur Enstitiüsü tarafından geliştirilen Veba aşısı. Veba kontrol altında olsa da hala bazı bölgelerde ölümlere neden olan bir hastalıktır. Veba aşısı için ise her dönem o dönemin teknolojileri ile iyileştirilmeler yapılmış ve çok daha etkili bir aşı haline 2011 yılında getirilmiştir. Ve tabii ki antibiyotiklerin keşfi ile veba artık ilaçla da tedavi edilebilen bir hastalık halini almıştır.


  2-    Çiçek Hastalığı Salgını


  Çiçek hastalığı salgını, tarihteki en önemli salgınlar arasındadır. 165-180 yılları arası tüm dünyayı kasıp kavuran Antonine vebası diye geçen salgının aslında çiçek ya da kızamık salgını olduğu tahmin edilmektedir. O dönem nüfusun 190 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu salgında 5 miyon kişi ölmüştü ve nüfusun neredeyse %3’ü bu salgında yok olmuştu. Daha sonrasında 700’lü yıllardaki çiçek salgını ve 1520’den sonraya ortaya çıkan ve çok uzun yıllar en büyük sağlık sorunlarından biri olmaya devam etmiştir. Toplamda 60 milyondan fazla kişinin öldüğü tahmin edilen çiçek salgınlarının sonu geliştirilen etkin ve güvenilir bir aşı ile gelmiştir. 1979 yılında da Çiçek Hastalığı tamamem eradike olan bir hastalık olarak kayıtlara geçmiştir. Aşıların tarihinde çiçek aşının ayrı bir yeri vardır.  Çiçek hastalığı insanlarda elde, yüzde ve tüm vücutta ciddi yaralar şeklinde ortaya çıkar ve ciddi organ hasarları ve neredeyse %30 oranında ölüm ile sonuçlanır. Özellikle görme kayıpları çiçek hastalığının çok önemli hasarlarından biriydi. Büyük ozan Aşık Veysel’in gözlerini kaybetmesine neden olan da yine bir çiçek salgını idi. Çiçek hastalığının antik çağlardan itibaren büyük bir sorun olduğu o döneme ait özellikle duvar resimlerinde anlaşılmaktadır. Yine bazı kayıtlar göstermektedir ki antik Mısır’da çiçek hastalığını geçiren kişilerin yaralarından alınan ve kurutulan parçalar, toz haline getirilip bir çeşit aşılama amacıyla kullanılıyordu. Bu yöntem tarih boyu toplumlarda çiçek hastalığına karşı koruma amacıyla kullanılmış ve daha da geliştirilmiştir. Anadolu’da da çiçek hastalığına karşı bu yöntemler kullanılmıştır.

  Dünyanın farklı bölgelerinde büyük çiçek salgınları olmuş bu salgınlar Anadolu’da da görülmüştür ancak büyük olasılıkla kullanılan bu geleneksel aşı yöntemi nedeni ile can kayıpları görece daha az olmuştur. 1710’lu yıllarda İngiltere’de çok büyük bir çiçek salgını baş göstermiş ve çok sayıda insan ölmüştür. O dönem İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu, Türkiye’de gördüğü bu geleneksel aşı yöntemini ülkesine bir mektupla bildirmiş ve kendi çocuklarını da bu yöntemle aşılatmıştır. Aşının temelde mantığı hastalığı geçirenlerin yaralarından alınan parçalar toz haline getirilip, sağlıklı kişilere burun ya da deri yolu ile verilmektedir demiştir. Bu mektup ile ilk kez dünyaya duyurulan geleneksel aşı yöntemi modern aşı geliştirilmesinde ilham olduğu düşünülmektedir. Aşı ile ilgili bu bilgileri içeren mektup, yıllar sonra, bulaşıcı hastalıkları önlemek için çalışan Dr. Edward Jenner’in dikkatini çekmiştir. Dr. Jenner bir süredir çiçek hastalığının ineklerde de olduğunu ve bu hayvanlarla yakın temasta olan çiftçilerin hastalığı daha hafif geçirdiklerini gözlemlemektedir. Türklerin de uyguladığı zayıflatılmış ya da güncel deyimle inaktif virüslerin kişilerin çiçek hastalığından korunması için önemli olduğunu tespit etmiştir. Bu aşamadan itibaren ineklerin yaralarından aldığı parçaları kurutarak, Jenner metodu denen bir yöntemle aşı haline getirmiş ve ilk modern aşıyı geliştirerek tarihe geçmiştir.

  Çiçek hastalığı etmeni olan Variola virüsü latince inek (sığır) anlamına gelen vacca kelimesinden köken alır. Bu aşı geliştirilmesinde inekler kullanıldığı için aşının latince adı vaccine olarak belirlenmiştir. Aşısı ilk geliştirilen çiçek hastalığı, aynı zamanda dünya üzerinden silinen ilk hastalık olduğu kabul edilmektedir.


3-    Sarı Humma Salgını


  Sarı Humma virüsü bazı sivrisinek türlerini konak olarak kullanır ve insanlara bulaşır. 1800’lerde Sarı Humma salgınlarının 150.000’den fazla kişiyi öldürdüğü bilinmektedir. Sarı Humma için geliştirilen aşı mevcuttur. Dünyanın bazı bölgelerinde sarı humma virüsü bulunsa da bir salgın haline gelmesini engeleyecek şekilde aşılama yolu ile bağışıklılığı sağlanmaktadır.


  4-    Grip Salgınları


  Grip virüsleri tarih boyu farklı dönemlerde farklı hayvanlara ara konak olarak yerleşip, insanoğlunu tehtid eden büyük salgınlar oluşturmuşlardır. Kayıtlardaki ilk grip salgın Rus gribi olarak geçer ve kuşların (avian) konak olduğu bu salgın, 1889’da yaşanmıştır ve yaklaşık bir milyon kişinin ölmüştür. Grip salgınları farklı konak ve mutasyonlarla farklılaşan virüslerle salgınlar yapmaya devam etmiştir. Bir diğer grip salgını tarihteki en büyük salgınlardan olduğu düşünülen ve 1918’te başlayıp, yaklaşık iki yıl süren süren İspanyol gribi salgınıdır. Bu salgında H1N1 grip virüsünün domuzları konak olarak kullandığı tahmin edilmektedir. İspanyol gribi ile aynı tip vürüsün neden olduğu, en son grip salgını 2010’daki Domuz Gribi salgınıdır. Bu salgında da yine konak hayvan olarak domuz tespit edilmiş.

  Domuz gribi salgınında tüm dünyada 200.000’den fazla kişi hayatını kaybetmiştir. Yine grip virüslerinin bir tipi nedeni ile iki büyük salgın daha yaşanmıştır. Bunlar,  1958’deki Asya gribi ve 1968’deki Hong Kong gribi salgınlarıdır, bu salgınlarda toplamda 2,1 milyondan fazla kişi hayatını kaybetmiştir. İlk grip salgını 1889’da olsa da o zamanların teknolojisi ile hastalığa sebep olan mikroorganizmanın tespit edilmesi ve bir bakteri değil de bir virus olduğunun ortaya konması 1933 yılında gerçekleşmiştir. Bu tarihten itibaren inaktif virus aşısı yaklaşımı ile aşı geliştirilmeye çalışılmış ve 1940’lı yıllarda ilk grip aşısı geliştirilip, öncelikli olarak askerlerin aşılanmasında kullanılmıştır. Aşıların geliştirilmesinin ardından grip virüslerinin türleri, farklı virus türleri için daha etkin grip aşıları, bağışıklık sistemini sürekli eğitmek için değişen grip virüsü suşlarına karşı her yıl geliştirilen sezonluk aşılar geliştirilmesi sürekli gelişerek devam etmektedir.


5-    AIDS Salgını


AIDS salgını 1981’de ortaya çıkmasından itibaren en uzun süreli pandemi olarak kalarak ve hala can kayıplarına neden olmaktadır. Hastalığa neden olan HIV virüsü şempanzeleri ara konak olarak kullanıp, insanlara bulaşmıştır. Günümüzde özellikle Afrika’da bazı bölgelerde hala ciddi sorun olmaya devam etmektedir.  Son 40 yılda teknolojinin imkanları da kullanılarak etkin bir aşı geliştirilmeye çalışılmıştır ancak virüsün oluşturduğu biyolojik saklanma mekanizması nedeni ile etkili bir aşı geliştirilememiştir. Ancak HIV virüsün çoğalmasını engelleyen antiviral ilaçlar ile hastalık artık kontrol edilebilir hale gelmiştir.


  6-    Ebola Salgını


 2014-2016 yıllarında global epidemi olarak ilan edilen Ebola ise Afrika’da ilk kez 1976’da insanlarda görülmüş ve ölümlere neden olmuştur. Ebola virüsünün Afrika’da vahşi hayvanlardan insanlara geçtiği düşünülmektedir. Ebola virüsü bir çok başka virus gibi yarasaları rezervuar olarak kullanılır. Maymun, şempanze ve geyik gibi kendi doğal yabani hayatlarında belirli bir dengede olan hayvanların, daha dar alanalara sıkışarak birbirlerini enfekte etmeleri salgının en önemli sebeplerindendir. Ebola virüsünün bu ara konaklarda yeni mutasyonlar geçirerek, insanlara bulaşabilir hale gelmesi Ebola pandemisindeki en önemli nedeni olarak görülmektedir. Ebola virüsü öldürücülük oranı en yüksek olan virüslerdendir. 2014’deki salgında 11.000 kişinin öldüğü ve ortalama ölüm oranı %50 olarak kayıtlara geçmiştir. Ebola için geliştirilen aşı 2019 yılında onay almıştır. Gerek aşı gerekse yabani yaşam ile temas ile ilgili alınan önlemler nedeni ile Ebola kontrol altındadır.


  7-    SARS ve MERS Salgını


Yaşadığımız Sars-Cov-2 pandemisinden önce yine koronavirüs ailesinden olan iki farklı virüsün etmen olduğu iki salgın yaşanmıştır. Bunlar 2003 yılındaki Sars ve 2012 yılındaki Mers’tir.
Sars (Sars-Cov-1) Çin’de başlamış ve hızla yayılmıştır. Ölüm oranı %10’lar civarında olan bu ilk koronavirüs salgınında 770 kişi ölmüştür. Yarasa ve Misk kedisinin ara konak olduğu düşünülen Sars salgınına neden olan koronavirüs hızlı bir şekilde mutasyona uğrayarak ortadan kalkmış görünmektedir.
2012 yılında ise yine koronavirüs ailesinin bir üyesi olan Mers bir salgın olarak bu kez de Suudi Arabistan’da ortaya çıkmıştır. Bu kez yarasalardaki virus develere geçmiş, develerden de insanlara bulaşabilir hale gelmişti. İlk Sars salgınındaki hastalık tablosuna benzer bir tablo gelişse de çok daha hızlı ilerleyen ve daha öldürücü bir salgın olmuştur. Yaklaşık %35 oranında öldürücü olan Mers salgınında 850 kişi hayatını kaybetmiştir. Küresel büyük bir risk oluşturma aşamasına gelmeden virüsün geçirdiği mutasyonlar sonucu, Sars salgınında olduğu gibi virus ortadan kalkmıştır. Hem Sars hem de Mers için aşı ve ilaç geliştirme çalışmaları başlamış olsa da virüsün salgın olma özelliği kaybolduğu için bu çalışmalar devam etmemiştir. Öte yandan Sars ve Mers salgınlarındaki öğrenimler, geliştirilen aşı teknolojileri yaşadığımız Covid 19 pandemisi için geliştirilen aşılar için önemli bir hızlandırıcı unsur olmuştur. Bu iki ölümcül salgın yapan koronavirüsler dışında insanlarda özellikle kış dönemi soğuk algınlığı şeklinde geçirilen 4 farklı koronavirüs daha vardır. Bu virüslerin bir zamanlar ölümcül olan virüslerin mutasyonla daha zararsız hale gelmiş ve dolaşımda olmaya devam eden virüsler olduğu düşünülmektedir.

  8-    Covid 19 Pandemisi


  Covid 19 Pandemisi, Sars-Cov-2 virüsünün yol açtığı ve hala etkisi altında olduğumuz son 100 yılda yaşanan en büyük salgındır. 2019 yılı sonu ve tüm 2020 yılı hepimiz için olağan üstü şartlarda geçti. Buna neden olan ise yalnızca 30 bin harflik bir RNA dizisine sahip, yaklaşık 140 nm çapındaki bir virüs. Koronavirüs adını virüsün yüzeyinde bulunan ‘taç’a benzeyen yapılardan almaktadır. Bu virus Sars ve Mers’e göre daha büyük ve ağır, daha hızlı bulaşan ve daha az öldürücüdür. Bu virüsün hücre içine girme mekanizması oldukça etkileyicidir. Solunum (parçacık) yolu ile bulaşan virus hücre içine  taç yapıyı oluşturan ‘başak proteini’ , bilimsel adı ile S proteininin insan hücresi üzerindeki ACE reseptörlerine bağlanarak içeri girip, çoğalma fırsatı bulmaktadır. Bu sinsice evrimleşmiş hücre içine sızma stratejisi, Covid 19 pandemisinin bu kadar hızlı büyümesi ve virüsün hızla yayılmasını sağladığı düşünülmektedir.


  Covid 19 pandemisinda ölüm oranının %2’nin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. 5 Ocak 2021 itibarı ile 1,861,455 kişinin Covid 19 nedeni ile hayatını kaybettiği rapor edilmiştir. Salgın tüm hızı ile devam ederken, hemen hergün yeni vaka sayısında rekorlar kırılmaktadır. Sars-Cov-2 virüsünün salgının başından beri 4000’den fazla mutasyon geçirdiği tespit edilmiştir. Bu mutasyonların çok büyük bir kısmı virüsün biyolojik aktivitesinde bir etki yapmadığını göstermiştir. Ancak Eylül ayından itibaren takip edilen bazı mutasyonların virüsün hücre içine daha hızlı grimesini sağlayan bir varyant oluşturduğu gözlemlenmektedir. Bu değişimin Covid 19 pandemisinin hızını arttırmasından endişe edilmektedir. Bu nedenle hızlı bir şekilde etkili aşılarla toplumların bağışık hale gelmesi daha da önemli hale gelmiştir.


  Pandemi yılı sıradışı bir bilim hareketliliğine ve üretkenliğine sahne oldu. Ocak ayında virüsün tanımlanması ve ardından da 11 Mart 2019 tarihinde Covid 19 un bir pandemi olarak ilan edilmesi ile tüm dünyadaki bilim insanlarını pandemi ile mücadele için bir seferberlik içerisine girdiler. Tarihte görülmemiş bir hızla bilimsel veri oluşturulmaya, hızla yayınlanmaya ve bilimsel işbirliği ağları kurulmaya başlandı. Bu konuda en önemli örneklerden biri virüsün tanımlanması ve tüm genetik bilgilerin çıkarılmasında yaşandı. Salgının dünyaya duyurulduğu 31 Aralık 2019 gününden yalnızca 10 gün sonra Zhang Yongzhen günler boyu uykusuz çalışarak rekor bir hızla virüsün 30 bin bazlık tüm genomunu bilim çevreleri ile paylaştı. Bu genom bilgisi Dünya Sağlık Örgütü’nün de kordinasyonuyla tüm dünyaya duyuruldu. İlk aşamada virüsü tespit edip, salgının kontrolü için çok önemli olan tanı testleri geliştirildi. Özellikle PCR testleri tüm salgın sürecinde altın standart olarak kullanılmaya ve salgın mücadelesinde önemli araçlardan biri olmaya devam ediyor. Moleküler biyolojideki gelişmeler sayesinde hızlı, güvenilir ve özgün kitlerle tanı yapılması sağlandı. Yine bu alandaki bilimsel ve teknolojik gelişmişlik düzeyi, virüsün geçirdiği mutasyonlar değişimler takip edilmesinde de önemli rol aldı. Bugüne kadar 4000 mutasyon geçiridiği bilinen virüs bölge bölge takibe alındı, adeta adım adım izleniyor. Mutasyon virüslerin dolaşımını daha fazla sürdürebilmek, uyum sağlamak ve konak bulabilmek için geçirdikleri evrim süreçlerinin önemli parçasıdır. Koronavirüs gibi RNA virüsleri hızlı mutasyon geçirme özelliklerine sahiptir. Bu mutasyonların takibi virüsün olası değişikliklerini tanı ve tedavi açısından hızlı aksiyon almayı sağlamaktadır.

  Virüsü genomik bilgilerine sahip olduktan sonra moleküler olarak incelemek, modellemek ve olası değişimleri ön görmek mümkün oldu. Yine virüsün kodlarına sahip olmak aşı geliştirme süreçlerinde çok önemli bir hız kazandırdı. Covid 19 aşılarının nasıl bu kadar hızlı geliştirildiğine dair sorulara verilebilecek yanıtlardan biri de virüsün genomik verisinin bilinmesi, hedefe yönelik, biyoteknolojik yöntemler ile aşı geliştirilmesinin mümkün hale gelmesidir. 1918’de dünyayı kasıp kavıran İspanyol gribinin etkeni olan H1N1 virüsünün tüm genomu ancak 2005 yılında ortaya çıkarılabilmişti. Yani ancak 87 yıl sonra virüsün genetik kodları ortaya çıkarılabilmişti.


  Bilim ve teknoloji alanındaki hızlı gelişmeler bu salgında aşı çalışmalarının çok daha hızlı başlanması, iletişim ağlarının güçlü olması ile ortak çalışmaların yapılabilmesi ve biyolojik bilgiyi bilişim teknolojileri ile işleyerek çok daha hızlı aşı adayları oluşturulması sağladı.
Şimdi özetle Covid 19 aşı çalışmaları için geliştirilen aşıları ve platformlalarını inceleyelim.
5 Ocak 2021 itibarı ile klinik çalışma aşamasına geçmiş 60 aşı ve henüz klinik öncesi çalışamaları süren 172 aşı bulunmaktadır. Covid 19 pandemisi sürecinde geliştirilen aşılardan 13 aşı onay sürecinin en önemli aşaması olan Faz 3’ e ulaştı ya da tamamladı. Bu aşılar farklı geliştirme teknolojileri ile geliştirildi. Aşağıdaki tablo bu aşıların özelliklerini ve geliştirme teknolojilerini özetlemektedir (4).

 Aşı teknolojilerinin çalışma prensiplerinini ile bilgileri şu şekilde özetleyebiliriz:

  1. Virüs Temelli Aşılar:

  En eski aşı geliştirme yöntemidir. Hastalık yapan mikrorganizmanın zayıflatılması ya da tamamen öldürülmesi ile elde edilen aşı, bağışıklık sistemini hastalığa karşı eğiterek, antikor oluşturulmasını sağlar. Uzun yıllardır aşılar bu teknolojilerle geliştirilmiştir. Mevcut aşıların büyük bir kısmı bu yöntemle geliştirilmiştir. Kızamık, Kızıl, Kabakulak, Çiçek, Suçiçeği, Hepatit A ve Grip aşılarının bir kısmı bu teknolojinin ürünüdür. Uzun yılların deneyimi ile bu aşıları geliştirmek avantaj olarak düşünülebilir ancak çeşitli zorlukları da vardır. Bu aşılarda diğer yeni nesil biyoteknolojik aşılardan farklı olarak, virüsün kendisi kullanılır. Virüs tamamen değişmediği sürece aşı etkili olmaya devam eder.

  Bu yöntemi uygulamak Biyogüvenlik Seviyesi 4 olarak adlandırılan en yüksek standartlardaki laboratuvarlarda mümkündür.

2-    Protein Temelli Aşılar


 Bu aşı teknolojisi protein ve sentetik biyoloji alanındaki teknolojik gelişmeler ile oluşturulmuştur. Bu tür aşılarda virüse ait proteinleri ya da virüsün bazı parçalarını bağışıklık sistemini eğitmek üzere kullanılır. Covid 19 için ise Sars-Cov-2 virüsünun Spike proteini (taç ya da başak proteini) ya da M proteini bu amaçla izole edilmiş ya da sentetik olarak üretilerek aşı formuna dönüştürülmektedir. Bu aşı teknolojisi,  yeni nesil grip aşısıları için de kullanılmaktadır. Bu aşı teknolojisi geliştirilmesi nispeten kolay olmakla birlikte bağışıklık yanıtı düşük olma riskini taşımaktadır.

 3-    Nükleik Asit Temelli Aşılar


  Genetik bilgiyi taşıyan nükleik ait dizileri yani DNA ya da RNA kullanılarak geliştirilen aşılar yeni nesil biyoteknolojik aşılar olarak da adlandırılmaktadır. Nükelik asit temelli aşılarla ilgili ilk çalışmalar 1983 yılındaki DNA aşı çalışmalarına kadar uzanır. Uzun yıllar hepatit, su çiçeği, HIV ve Zika için DNA aşı geliştirilmesi için çalışmalar yapılmıştır. Çalışmaların ilk başlarında karşılaşılan zorluklar bilimsel ve teknolojik gelişmelerle aşılmaya başlanmıştır. Ancak hala teknik olarak aşılması gereken önemli konular vardır.
 

 Diğer bir nukleik asit temelli aşı olan, RNA aşıları (mRNA aşıları da diyebiliriz) üzerine çalışmalar 1989 yılında Salk Enstitüsünde başlamıştır. Bu teknoloji bağışıklık oluşturulması için belirlenen virüs proteinini mRNA aracılığıyla hücre içerisinde üretmek üzere tasarlanmıştır. Ancak bu mekanizmanın hücre içine sokulması ve bağışıklık oluşturmasının sağlanması büyük teknik problemleri barındırmaktaydı. İşte bu zorlukları 1990’lı yıllarda Macar bilim insanı Katalin Kariko  ve Amerikalı bilim insanı  Drew Weissman  yaptıkları öncü çalışmalarla aşmışlardır. mRNA teknolojisi bu yıllardan itibaren başta kanser hücrelerine karşı vücudu eğitmek olmak üzere, bazı kronik hastalıklar için geliştirilmeye çalışılmaktaydı. Bu bilgi birikimi ve teknolojik gelişmişlik mRNA teknolojilerini Covid 19 için aşı olarak tasarlanması ve geliştirilmesini mümkün kılmıştır. FDA ve EMA başta olmak üzere bazı ülkelerde acil kullanım onayı alan iki mRNA aşısı- Biontech ve Moderna aşıları- %95 üzerinde etki ve yüksek güvenilirlik profili ile pandemi ile mücadelede insanlığın en önemli umutlarından olmuştur. mRNA aşıları insan hücresinde üretilmesi hedeflenen protein için gereken genetik kodları bir lipid kapsülü içerisinde hücreye göndermeyi, hücrenin sitoplazmasında bu proteinin üretilmesini ve virüsün bu proteini sayesinde de bağışıklık sistemini eğitmeyi hedeflemektedir. Bu aşı teknolojinin sağladığı bir avantaj da virüsün mutasyon sonucu değişime uğraması durumunda aşı da hızlı bir şekilde yeni virüse göre güncellenebilecektir.

  Bunun yanı sıra, mRNA aşıları yalnızca hücrenin sitoplazmasında çalışır. Hücre çekirdekleri ile bir etkileşimi yoktur. Kısa ömürlüdür. Bazı komplo teorisi üretenlerin dediği gibi kişinin genomu ile bir etkileşimi olmaz. Genetik yapıyı bozmaz ya da değiştirmez. Hücresel düzeyde hedefe yönelik virüs proteinini ürettiği için yüksek bir hücresel ve humoral (genel) bağışıklık yanıtı oluşturması beklenir. Covid 19 sürecindeki kolletif bilgi ve teknoloji üretme, mRNA gibi başka hastalıklarında tedavisinde çığır açacak yenilikler için büyük bir ivmelenme sağlamıştır.

                                

4-    Viral Vektör Aşılar,


  Viral vektör aşılarının tarihi 1970’lere kadar uzanır. Bu teknolojiyi hem aşı hem de gen tedavisi için geliştirmek için uzun yıllardır çok kapsamlı çalışmalar yapılmaktadır. Bu teknoloji hücre içine gönderilmek istenen genetik materyali,  zararsız hale getirilmiş bir başka virüsün içine yerleştirmek ve hücrenin içine gönderilerek orada virüsün zararsız kopyalarını oluşturarak bağılıklık sistemini bu parçalarla eğitmeyi amaçlar. Oxford Üniveristesi ve Astra Zeneca’nın geliştirdiği aşı bu aşı teknoloji ile geliştirilen aşılardan biridir. İlk onayı İngiltere’den alan aşı uygulamasına başlanmıştır. Rus aşısı olarak da geçen Gamaleya Enstitüsü’nin geliştirdiği aşı da viral vektör aşılarındandır. Rus aşısı tek bir viral vektör değil 2 farklı viral vektör kullanılarak daha etkin bir bağışıklık sağlamayı hedeflemiştir. Viral vektör aşılarının hızlı geliştirme ve üretim avantajı bulunmaktadır. İnsan için zararsız virüslerle çalışıldığı için geliştirme süreçleri daha kolay olduğu bildirilmektedir.


Aşı çalışmaları hangi süreçlerden geçer ve kullanıma sunulur?

  Tüm aşı ve ilaç çalışmaları onay aşamasına gelmeden önce laboratuvar çalışmaları, klinik öncesi çalışmalar (preklinik/hayvan deneyleri) ve üç ayrı fazdan oluşan klinik çalışma süreçlerinden geçer. Norma şartlar altında bir aşı geliştirilmesi en az 4-5 yılı bulur. Ancak pandemi gibi tüm dünyanın bir anlamda kilitlenmesine neden olan olağanüstü durumlarda bu sürecin nasıl kısalabildiğini, bilimsel seferberliğin aşı geliştirilmesini nasıl hızlandırdığına şahit olduk. Normal şartlar altında bir aşının geliştirilmesi aşamalarını ve gerekliliklerini, Covid 19 aşı geliştirme süreçleri ile karşılaştırdığım tabloyu aşağıda inceleyebilirsiniz. Tabloda da görüldüğü gibi çalışmaların süreleri çok kısa olsa da çalışmaya katılan gönüllü sayısı ve çalışmaların tasarımı açısından gerekenler kriterler yerine getirilmiştir.

  Aşı çalışmalarında Faz I çalışması aşının güvenilirliğini, Faz II etkili doz aralığını, Faz III ise toplumun genelini temsil edecek şekilde planlanan daha geniş kitlelerde güvenilirliği ve etkililiğini ortaya koymak için yapılır. Aşılar sağlıklı insanlarda, kitlesel olarak uygulanacağı için güvenilirliği ve etkililiğinin Faz III çalışmalarla ortaya konulmuş olması, bilimsel çerçevede bu klinik çalışma verilerinin paylaşılmış olması çok önemlidir.


    Pandemi sürecinin aciliyeti nedeni ile WHO, FDA, EMA ve ülkelerin ruhsat otoriteleri aşıları Faz III verilerine dayanarak ‘Acil Kullanım Onayı’ ile onaylamaktadır. Bu aşıların Faz III çalışma protokolü çerçevesinde en az iki yıl takip edilecektir. Ayrıca uzun dönem ve yaygın kullanım etkilerini takip etmek için Faz IV çalışmalarda planlanacaktır.

 Özetle, Faz III çalışması sonuçları bilimsel kriterlere göre yayınalan her aşı artık etkili ve güvenilir olarak kabul edilip, toplumların aşılanması için kullanılabilir. Aşı, Covid 19 Pandemisinin tüm dünyayı soktuğu karanlık tünelden bilimin rehberliğinde çıkış ışığıdır, umududur. Bu kadar kısa sürede aşıyı geliştirmek ise bilimin ve bilim insanlarının başarısıdır.

Referanslar:

  1. Türker Kılıç, Herkese Bilim Teknoloji, Mayıs 2020
  2. https://www.weforum.org/agenda/2020/03/a-visual-history-of-pandemics
  3. Paul, Rudrajit & Pal, jyotirmoy. (2020). A detailed history of pandemics. Journal of the Indian Medical Association. this article gives a detailed description of pandemics in human history till present times
  4. www.who.int/epi-win (What we know about COVID-19 vaccine development)
  5. https://www.raps.org/news-and-articles/news-articles/2020/3/covid-19-vaccine-tracker